Yeni Dünya Nasıl Keşfedildi?
Okyanusun ilerisinde kimsenin bilmediği kaybolmuş bir kıtanın olduğu yönündeki efsaneler antik dönemlerden beri kulaktan kulağa anlatılmaktadır. Anlatılan bu efsanelerden en çok ünleneni ise Platon tarafından Atlantis adası hakkında anlatılanlar olmuştur. Platon tarafından aktarılan bir rivayete göre Poseidon, Cleito isimli bir kadına âşık olmuştur. Bu aşk sonucunda da 5 tane ikiz erkek çocuk doğmuştur. Baba Poseidon doğan bu erkek çocuklarının her birine okyanus üzerinde yer alan birçok ada ve kara parçaları vermiştir.
Bu verilenlerden en büyüğü de Atlantis’in hâkimi olan Atlantik Okyanusu’na ismini veren Atlas olmuştur. Platon, efsane olayın devamında Atlantis’in doğal afetlerin meydana gelmesi sonucunda yalnızca bir gecede okyanusun sularına gömüldüğünü ve bu şekilde battığını anlatmıştır. Bu olaylar yaşandıktan sonra Atlantis’e gitmek isteyenlerin olduğunu ancak okyanusun çamurla kaplandığını ve buraya gitmek isteyenlerin çamurlar tarafından gemilerine yol verilmediğini gördüklerinde ise bu denizciler buraya gitmekten vazgeçmişlerdir. Atlantis adasının yerinin eski zamanlarda Herkül Sütunları olarak isimlendirilen bugünkü adı ile Cebelitarık Boğazı’nın ilerisinde olduğuna inanılmaktaydı.
Bu okyanusun Atlantik Okyanusu olarak isimlendirilmesi ilk kez tarihçi Herodot tarafından gerçekleştirilmiştir. Herodot dışında Atlantis’in varlığına inanan diğer isimler ise Posidonius ve Strabon olmuştur. Yahudi bir filozof olan Philo 1.yüzyılda Atlantis’i tanımlarken Libya ve Asya’nın toplamından daha büyük bir ada olarak ifade etmiştir. Depremler ile birlikte de adanın tamamen battığını bu batma olayından sonra da denizinin geçilemez bir hale geldiğini anlatmıştır. Yine bu dönemlerde yaşamış olan Papa 1.Clemens’in bu okyanusun insan gayretleri ile geçilmesine mümkün olmadığını ve bu okyanusun ötesinde yer alan karada aynı şekilde Tanrının kanunlarının geçerli olduğunu belirtmiştir.
Clemens tarafından ada hakkında bu şekilde bir betimlemenin yapılması da bir hayli ilginç olmuştur. Okyanusun çok ilerisinde yer alan kara yerleşimlerine dair bilgilere eski bir İberya efsanesinde de ulaşılmaktadır. Anlatılan efsanede İspanya fethinin sırasında Müslüman ordularından kaçmayı başaran yedi rahip, kendilerine mensup olan cemaati ile birlikte gemilere binerek Atlantik Okyanusu’na açılmışlardır. Batıya doğru deniz üzerinde hareket ederek en sonunda Antilya Adası’na ulaşmışlardır. Buraya yerleşip yedi farklı şehir kurmuşlardır.
Atlantis diye bir yerin gerçek dünyada olup olmadığını bilmemekteyiz. Ancak o dönemlerde denizcilerin Cebelitarık Boğazı’nın ötesinde yer alan adalara yolculuk yaptıklarını iyi bilmekteyiz. Bu denizciler arasında Yeni Dünya’ya gidip buradan geri gelen denizciler de olmuştur. Platon tarafından anlatılan bu efsanenin belki de başka tüccarların ya da denizcilerin uydurmuş olduğu bir hikâyeden başka bir şey olmadığı düşünülebilir. Başkalarının denizaşırı topraklara ulaşmasını önlemek için uydurulan bir efsane de olmuş olabilir. Keşifler Çağı’na kadar yeni kıtaya ulaşmayı başaranlar oldu ise bile bu durum dünyanın kaderini değiştirecek bir etkiye yol açmamıştır.
Yeni Dünya’nın Kolomb tarafından keşfedildiği belirtilmiş olsa da Kolomb’un burayı keşfinden 500 yıl öncesinde buralar Grönland ve İzlanda üzerinden gelen Vikingler tarafından kullanılmaktaydı. Vikingler Kuzey Amerika deniz yolunu çok eski zamanlarda keşfetmişlerdir. İzlandalı bir kâşif olan Leif Ericson, Grönland adasını geçmeyi başararak Kuzey Amerika kıyılarını takip ederek önce Baffin adasına ulaşmıştır. Buraya ulaştıktan sonra Labrodar kıyılarını takip ederek bugünkü ismi ile New Foundland adasına kadar gelmiştir. İklimi nedeni ile Ericson tarafından bu ada Vinland olarak isimlendirilmiştir. Kendisi tarafından burada bir Viking kolonisi kurulmuştur ancak bu koloni çok da uzun ömürlü olmayı başaramamıştır.
Cenevizli bir kâşif olan Kristof Kolomb Yeni Dünya’yı keşfeden ilk kişi değildi ancak onun 1492 yılında gerçekleştirdiği ünlü seferi sonucunda Avrupalılar bu kıtaya akın etmişlerdir. Kolomb’un bu seferdeki asıl hedefi büyük bir baharat zenginliği bulunan Hindistan’a batıdan dolaşarak kısa bir yoldan gitmeyi başarabilmekti. O dönemlerde Baharat Yolu’nun egemenliği Osmanlı Devleti’nin elinde bulunmaktaydı. Portekizlilerin Ümit Burnu’ndan geçerek Hindistan’a ulaşmaları da an meselesi haline gelmişti.
Kolomb’un elinde o zamana dair dünyanın en iyi haritaları bulunmaktaydı ve kendisi dünyanın yuvarlak olduğunu çok iyi biliyordu. Kolomb’un sahip olduğu haritada Hindistan 28.paralel üzerinde yer almaktaydı. Bu durumda yapılması gereken şey 28.paraleli takip ederek devamlı bir şekilde batıya hareket etmekti. Kendisi tarafından yapılan hesaplamalara göre Japonya’nın yeri Kanarya Adalarından yaklaşık 3.700 kilometre uzaklıktaydı. Her ne kadar bu hesabı yaparken çok ince hesaplamalar yapılmış olsa da bu hesap doğruyu yansıtmamıştır. Çünkü dünyanın çevresini yaklaşık 10.000 km yanlış hesaplamıştır. Bu hesaplamayı yaparken Kristof Kolomb nasıl bu kadar büyük bir hata yapmıştı? Bu hatanın nedenini anlayabilmek için Kristof Kolomb’un yaşadığı dönemdeki haritacılık bilgisini incelemekte yarar bulunmaktadır.
Antik Çağ zamanlarında Yunanlı astronom Eratosthenes gelişmemiş bir açıölçer kullanarak dünyanın çevresini %2’den daha az bir hata payı ile hesaplamayı başarmıştır. Üstelik bu hesaplamayı da yaz mevsiminde gündönümü zamanında öğle vaktinde İskenderiye’deki güneşin en yüksek konumunu hesaplayarak gerçekleştirmiştir. Yaz gün dönümü zamanında öğle vaktinde güneşin yengeç dönencesinin tam baş ucunda bulunduğu bilinmektedir. Yani coğrafik olarak açıklarsak güneş ışınları öğle vaktinde yeryüzüne dik açı ile düşmektedir.
O yıllarda güneş İskenderiye’de zenit ile 7,2 derecelik bir semt açısı yapmaktaydı. Bu ölçüye göre de hesaplama bu dairenin 1/50’sine karşılık gelen bir hesaplamaydı. İskenderiye ile aynı meridyen üzerinde yer alan ve Yengeç Dönencesi üzerinde bulunan bugünkü adı ile Asvan Şehri de 5000 stadion güneyde bulunmaktaydı. Bu bilgiler ışığında basit bir hesaplama yaparak dünyanın çevre uzunluğunun 250 bin stadion olacağını belirtmiştir. Posidonius tarafından yapılan gözlemler ve hesaplamalar sonucunda da aynı ölçümler ortaya çıkmıştır.
Karaların dünya üzerinde kapladığı alanlar incelendiğinde Batlamyus’a göre Avrasya 180 derecelik bir boylama yayılmaktaydı. Bunun dışında dünyanın geri kalanının ise okyanuslardan meydana geldiğini ileri sürmüştür. Okyanuslar ile olan bu düşünce birçok orta çağ alimi tarafından aynı şekilde düşünülmekteydi. Bu hesaplamalara göre okyanusun genişliği 20 bin km’den fazla olamazdı. Ancak o dönemde mevcut gemileri kullanarak bu mesafeyi almak mümkün gözükmüyordu. Kolomb bu düşünceden ziyade Marinus tarafından yapılan ve kendisine göre daha iyimser olan hesaplamalarına dikkat etmiştir. Marinus’a göre 225 derece kara ve 135 derece okyanus, dünyanın mevcut durumunu yansıtıyordu.
Marinus bunların dışında Japon adalarının daha büyük olduğunu ve ana karadan daha da uzakta yer aldığını tahmin etmekteydi. Japonya’nın doğu taraflarından pek çok irili ufaklı adanın olabileceğini düşünüyordu. Antilya adasının Azor Adasına yakın olduğuna inanmaktaydı. Kolomb tarafından faydalanılan haritalar arasında İslam coğrafyacılarının çizdikleri haritalar da bulunmaktadır. Çünkü o dönemlerde İslam coğrafyacıların sahip oldukları harita bilgileri çok ilerideydi. Kolomb da bunu biliyordu ve Arap bilginlerden haritacılık konusunda pek çok bilgi öğrenmiştir. Kolomb Müslümanlardan öğrendiği bilgilerden ve Arap haritalardan faydalanarak dünyanın çevresini toplam 30,200 km olarak hesaplamıştır. Kolomb’un faydalandığı haritalar Arap miline göre düzenlenmişti. Kolomb’un dünyanın çevresini yanlış hesaplamasının nedeni ölçü birimleri arasındaki değişimleri yanlış yapmasından meydana gelmiştir. Bu sebeple de Yeni Dünya’ya ulaştığında bu yeri haritada bulunan Hint Adaları olarak kaydetmiştir.
Kolomb’un en büyük hayali okyanusları geçebilmekti. Okyanusun geçilebileceğini kanıtlamak için yıllarca mücadele etmiştir. Birçok hükümdarın sarayını ziyaret ederek kendilerinden yardım ve destek talep etmiştir. Bir dönem Osmanlı Padişahını da ziyaret ederek destek talebinde bulunmuştur. Kolomb tüm bu ziyaretlerinden olumsuz yanıt almıştır. O dönemde hiç kimse okyanusların geçilebileceğine ihtimal vermiyordu. Hatta Orta çağ döneminin Avrupa’sında yer alan pek çok teolog da halen daha dünyanın düz olduğuna inanmaktaydı. Eğitimli olan kesim ise dünyanın şeklini doğru olarak bilmekle beraber onlar Aristo’nun düşüncesine katılarak okyanusun geçilemeyeceğini belirtmekteydiler. Okyanusun ortasında yepyeni bir kıtanın yer aldığından o dönemde kimsenin haberi dahi bulunmuyordu.
İber yarımadasında bulunan krallıklar o tarihlerde Aragon ve Kastilya arasında gerçekleşen ittifak altında daha yeni yeni birleşmişlerdi. Aragon Kralı ile Kastilya Kraliçesinin o dönemlerdeki tek hedefi yeni ticaret yolları bularak ülkelerinin ekonomilerini daha da güçlendirmek üzerine kurulu bulunmaktaydı. Kolomb’a güvenerek kendisinin iddia ettiği gibi batıdan deniz üzerinde hareket ederek Hindistan’a ulaşmak düşüncesi gerçek olursa bu sefer İspanya, rakiplerini ciddi anlamda bozguna uğratacaktı. Bu düşünce gerçekleşemez de başarısız olursa da çok ciddi bir kayba uğramayacaklardı. Ünlü kâşif Kolomb’un da bazı şartları bulunmaktaydı. Hindistan yolunu keşfetmeyi başarır ise deniz amirali unvanını istiyordu. Elde edilen tüm gelirden payını da almalıydı. Yeni keşfedilen kolonilere kendisinin vali olarak atanmasını da şartları arasında belirtmiştir.
3 Ağustos 1492 tarihinde Palos limanından üç tane gemi, tarihin en önemli seferini yapmak üzere demir almıştır. Pinta, Nina ve Santa Maria yola çıkmıştır. Kolomb tarafından Santa Maria komuta edilmiştir. Nina ve Pinta gemileri ise Pinzon kardeşler tarafından idare edilmiştir. Bu üç gemilik filo seyri sırasında ilk olarak Kanarya Adaları’na ulaşmıştır. Buradan içecek ve yiyecek stokları yapılarak batıya doğru yelken açılmıştır.
12 Ekim tarihinde karaya ulaşılmıştır. Kolomb karaya ayak bastığında buraya aziz kurtarıcı anlamına gelen San Salvador adını vermiştir. San Salvador’u İspanya toprağı ilan etmiştir. Kolomb’un düşüncesine göre kendisi Hindistan’a çok uzak bir noktada bulunmamaktadır. Yani Hindistan’a ait ana karanın çok uzağında olmadığını düşünmektedir. Seyir defterine yazdığı bir notta ana kara üzerinden buraya gelenlerin burada yaşayan yerli insanları kaçırarak köle yaptığını belirtmiştir. 28 Ekim tarihinde de Küba’nın kuzey kıyılarına ulaşmıştır. Buraya ulaştıktan sonra da ana karaya ayak bastığına artık emin olmuştur. Valilik yaptığı dönemde Küba’nın herhangi bir şekilde kıta olmadığını iddia edenler bundan böyle para cezasına çarptırılarak dilleri kesilecektir.
Hispaniola Adası’na ulaşması da 5 Aralık tarihini bulmuştur. 39 adamı ile birlikte Nina’yı da burada bırakmıştır. Pinta ile buluşması 6 Ocak’ta gerçekleşmiştir. 1493 yılının 13 Ocak tarihinde son bir kez daha Hispaniola’nın doğu kısmında karaya çıkmışlardır. Bu ilk yapılan seferinin son durağı olmuştur. Bundan sonra da iki gemi bu yeri terk edip İspanya’ya doğru yola çıkmıştır. 1 Mart 1493 yılında Pinta İspanya’nın Bayona limanına ulaşmıştır. Santa Maria ise yolda fırtınaya yakalandığı için 2 haftalık bir gecikme ile 15 Mart gününde Palos Limanı’na ulaşmıştır.
17.yüzyılın ilk zamanlarında İngiltere, Hollanda ve Fransa koloni kurma yarışına katılmışlardır. Kolomb’un yaptığı seferden yaklaşık bir asırlık süre sonrasında Avrupa’dan akın eden göçmenler Amerika kıtasının tüm sahillerine ve adalarına yerleşmiştir. Bu dönemde köle ticareti tarihin hiç görmediği zamanlarındaki kadar artmıştır. Afrika’dan gemilerle buraya taşınan insanlar en ağır işlerin yapılması sırasında kullanılmıştır. 18.yüzyıla ulaşıldığında kolonilerde hayatlarını devam ettiren insanlara ikinci sınıf insan muamelesi yapılmıştır. Bu kesime yapılan haksızlıklar da kolonistlere karşı büyük bir tepkinin doğmasına yol açmıştır. Bu halklar ilerleyen tarihlerde yeni ayaklanmaların başını çekeceklerdir.