Denizcilik Tarihinde Boylam
Enlem ve boylam kavramları ve dünya üzerinde bu önemli noktaların belirlenmesine ilişkin fikirler MÖ.III. Yüzyıla kadar dayanmaktadır. Denizcilik tarihinde boylam süreci ve düzeni nasıl gelişmiştir yazımızda bundan bahsetmek istiyoruz. II. yy. Ortalarında Protemaios tarafından hazırlanan dünyanın ilk atlasında sıralanan yerlerin koordinatları boylam ve enlem olarak verilmiştir. Atlas a göre enlemlerin başlangıcı Ekvator kuşağıdır ve dünyanın sınırıdır. Başlangıç boylamı ise kanarya Adalarından geçer. Daha o zamanlarda boylam sorunu başlar ve günümüzde bulunduğu yer olan Londra'ya yerleştirilmeden önce birçok farklı noktaya taşınır. Taşındı bu noktalar Azor Adaları, Roma, Capo Verde, Paris, Kudüs, Kopenhag, Pisa, St Petersburg ve Philadelphia gibi dünyanın önemli noktaları olmaktadır.
Günümüzde temel seviyede navigasyon bilgisine sahip olan her denizci güneşin, günün uzunluğunun ve rehber yıldızların yüksekliklerine bakarak kolay bir şekilde hangi enlem derecesinde olduğunu bulabilir. Bulduğu enlem derecesi ile başlangıç meridyeni arasındaki saat farkına bakarak da bulunduğu boylamı kestirebilir. Tabii günümüz teknolojisi ile bu tarz hesaplamalara hiç ihtiyaç duymadan modern cihazlar ile de bulunduğu mevkii belirleyebilir. XIX. yüzyılın başlarına kadar ne yazık ki enlem ve boylam ölçümü bu kadar kolay değildi. Denizde çapraz çıta, usturlap veya ters site yardımıyla en fazla 10 deniz mili hata payı ile ancak enlem hesaplanabiliyordu. Orta çağ süresince ancak kum saati ve parakete yardımıyla limanlar arasındaki mesafe kabaca belirlenebiliyordu. Rüzgârın ve akıntının da yardıma ile elde edilen bilgiler portolan ismi verilen haritalara aktarılırdı. Denizciler bu haritalar ve haritalarının üzerinde önemli kerteriz noktalarına yerleştirilen ve gidecekleri bir sonraki noktayı belirleyebildikleri rüzgargülünden çıkan çizgileri takip ederdi. Bu haritalar ne yazık ki açık denizlerde kullanabilmek için yeterli değildi. Bu sebeple denizciler açık ve uzun deniz yolculuklarında genellikle enlem paralellerini takip ederek yolculuk ederdi. Boylam derecesini bilememek ise Denizciler için karaya ne zaman ulaşılacağını bilememek anlamına geliyordu. Bu da birçok sorunu beraberinde getiriyordu. Dönem şartlarında en ünlü keşifler ve kaptanlar bile boylam derecesini belirleme konusunda sıkıntı yaşıyor ve yollarını kaybediyorlardı.
1492 yılında Kristof Kolomb seferi sırasında 27 Kuzey paraleline izlemiş ve Bahamalar ‘da bulunan Santa Domingo adasına bir Hint Adasına ayak bastığını sanarak inmiştir. Dünyanın yuvarlak olduğunu bilen Kolomb aynen çizgi üzerinden sürekli batıya giderek Hindistan'a ulaşabileceğini düşünmüştü. Çünkü hesaplamalarına göre Hindistan aynı paralel üzerinde yer alıyordu. Dünyanın çevresini yanlış hesaplayan ve bu doğrultuda hareket eden Kolomb aslında yeni bir kıtaya ayak bastığını ne yazık ki bilmiyordu. Kendisinden sonra daha birçok kâşif ayak bastıkları yerin yeni bir kıta olduğunu bilemediler. Bu durum boylam sorunu çözülünceye kadar böyle devam etti. Hatta boylam sorunu çözülünceye kadar denizlerde bu sebeple binlerce denizci hayatını kaybetti. Boylam derecesinin bilinmemesi deniz yolculuklarının düşünülenden daha uzun sürmesine ve doğal olarak gemide yeterli erzakın kalmamasına neden oluyordu. Yeterli beslenemeyen denizciler zamanla çeşitli hastalıklara yakalanıyor ve hayatını kaybediyordu.
XVII. yüzyıla gelindiğinde yapılan astronomik keşifler boylam sorunu için önemli gelişmeleri beraberinde getirmiştir. Gezegenlerin ve yıldızların hareketleri gözlemlenerek boylam sorununun çözülebileceği gerçeğine ulaşılmıştır. Jüpiter'in aylarını keşfeden Galileo bunların tutulma zamanlarına bakarak boylam tespitinin yapılabileceğini keşfetmiştir. Galileo aynı zamanda o dönemde çarklı saatlerin üzerine sarkaç eklenebileceği fikrini de ortaya atmıştır. Galileo'nun keşfinden sonra Giovanni Domanica Cassini, bu tutulmaların ne zaman gerçekleşeceğine hesaplayan cetveller hazırlamıştır. Böylece Galileo'nun keşfi uygulanabilir hale gelmiştir. Aynı dönem sarkaçlı saatlerin geliştirilmesi zamanın çok daha hassas bir şekilde ölçülebilmesine olanak sağlamıştır. Bu iki önemli gelişme haritacılığın gelişmesinde oldukça önemli bir rol oynamış hatta yeni bir devrin başlamasını sağlamıştır. Bu gelişme sonrasında gözlemevleri kurularak hassas boylam ölçüleri yapılmış ve yeni haritalar hazırlanmıştır.
Astronomik gözlemler ve sarkaçlı saatlerin kullanılması ile birlikte karada boylam sorunu çözülmüştür. Ancak bu gelişmeler ne yazık ki denizdeki boylam sorununu çözmeye yeterli gelmemiştir. Denizde seyir halindeyken Jüpiter'in uydularının gözlemlenmesi asla mümkün değildi. Sarkaçlı saatlerde denizde gemilerin yalpalamalarından olumsuz bir şekilde etkileniyor ve isabetli sonuçları göstermiyordu. Bir de farklı limanlara gidildiğinde yaşanan ısı değişimleri saatlerin ileri gitmesine veya geride kalmasına neden oluyordu.
Süreç boyunca denizde boylam derecesinin ölçülebilmesi için birçok ilginç ve farklı yöntem denenmişti. Bu yöntemlerden biri okyanusta stratejik öneme sahip bazı noktalara istasyon niteliğinde gemilerin demir atmasıydı. Demir atan gemiler belirli saat aralıkları ile gemiden havai fişek atacak mı bu yakınından geçen gemiler için saniyelerin sayılması ve ses hızına göre uzaklığın tespit edilmesini sağlayacaktı. O dönem ortaya atılan fikirler arasında en akla uygun olan gerçek kuzey ve manyetik Kuzey arasındaki uzaklığı böyle bilmek ve boylam derecesini bulmaktı. Bu amaçla o dönem bir pusula geliştirilmişti. Sonrasında bu pusulanın farklı yerlerdeki karasal çekimlerden etkilendiği ve pusula iğnesinin her daim tam Kuzey bölgesini göstermediği tespit edildi.
1707 yılında dört tane İngiliz savaş gemisinin boylam derecelerinin yanlış hesaplanması sonucunda Scilly açıklarında bulunan kayalıklara çarpması ile iki bin denizci hayatını kaybeder. İngilizce denizcilik tarihinde yaşanan bu büyük felaket, boylam sorununun kesin olarak çözüme kavuşması için bir kamuoyu oluşmasına vesile olur. Londralı denizciler ve tüccarlar 1714 yılında hükümete verdikleri dilekçelerde boylam sorunu için çalışmalar yapılmasını isterler. Bunun üzerine İngiliz hükümeti boylam yasası adı verdikleri bir yasa çıkarır ve aralarında Isaac Newton ve Edmond Halley gibi isimlerinde yer aldığı bir yüksek jüri oluşturarak boylam sorununa çözüm bulabilecek yöntemi geliştiren kişiye para ödülü vereceklerini açıklarlar. Farklı hata paylarına göre kişilere farklı ödüllerin verileceği duyurulmuştur. O dönem koşullarında 1 dereceli hata payı ile ölçüm yapabilmek bile büyük bir öneme sahipti.
Duyuruda sonra denizcilik tarihinde son derece önemli gelişmeler olmuş ve birçok yöntem geliştirilmiştir. Bu yöntem ile boylam sorunu konusunda önemli ilerleme kaydeden İngiliz Donanması denizlerde büyük avantaj elde eder. Denizaşırı yerleri bu sayede ele geçiren Britanya Hükümeti 1915 yılında Çanakkale Boğazında uğrayacağı bozguna kadar en önemli deniz güçlerinden biri olmuştur.
1884 yılında Washington’da Uluslararası Meridyen Konferansında bir araya gelen önemli temsilciler Greenwich meridyenini başlangıç olarak kabul etmiş ve o tarihten sonra da tüm hesaplamalarda Greenwich meridyeni dikkate alınmıştır. Bugün Greenwich gözlem evinin hala tepesinde bulunan kırmızı küre Thames nehrinde seyir halinde olan kaptanlara yol gösterirdi. Kaptanlar bu kırmızı küreye bakarak ellerinde bulunan kronometreyi saat tam 13.00’a ayarlarmış. Bugün hala kırmızı küre saat 13.00 aynı şekilde ayarlanmaktadır. Bunun anlamı boylam sorununun bu bölge çözüme kavuştuğunu göstermektir. Yani tamamen geleneksel temsili bir ritüel haline gelmiştir.
Denizcilik tarihinde boylam konusu son derece önemlidir. Çünkü uzun yıllar çözülemeyen bu sorun yüzünden çok sayıda denizci hayatını kaybetmiştir. Ayrıca bu durum keşiflere geç kalınmasına da neden olmuştur. Yani belki de dünyada birçok olayın başlangıcı veya başlayamamasının nedenleri arasında yer alır.