FATİH’TEN MİRAS: TERSANE-İ AMİRE

FATİH’TEN MİRAS: TERSANE-İ AMİRE

Haliç tersanelerinin yıkılması ve bu alana otel ya da alışveriş merkezi yapılması son zamanlarda gündemde olan bir konu. Bu tarihi yapının korunması her dönem için önem arz etmekte. Zamanında yıkım konusunda benzer bir spekülasyon, Kasımpaşa’da yer alan Cezayirli Hasan Paşa Kışlası hakkında da vuku bulmuştu. Ancak bu durum gerçekleşmedi. Bu da mutlu bir gelişme olarak hafızalarda yer almaktadır. Türk tarihinin mirası sayılan bu yapıların her dönemde korunması mirasımızın korunması anlamına gelmektedir. Bir millet tarihi ile var olur ve diğer devletler nezdinde saygı görür. Bu bakımdan tarihimizi yansıtan değerlerin büyük bir hassasiyetle korunması önemlidir. Her Türk vatandaşının önemli bir görevi bu mirası koruyarak diğer nesillere aktarmak olmalıdır. 

Bu yazı kapsamında 559 yıllık bir geçmişe sahip olan Haliç Tersanelerinin ve Osmanlı İmparatorluğu’nun denizcilik alanında yaptığı reformlardan bahsedilmektedir. Yazıya ilk olarak Türk denizcilik tarihe ile başlamanın faydalı olacağını düşünüyoruz. Türk denizcilik tarihinin temelinin bilinmesi Haliç Tersanesinin kıymetini anlama daha yararlı olacaktır. Keza temeli bilinmeyen bir olgu, hiçbir zaman tam anlamıyla anlaşılamayacaktır. Denizcilik tarihinin temelinin iyi bilinmesi de bu bakımdan önemlidir. Osmanlı Devleti’nden önce hayat bulan Selçuklu Devleti önemli başarılar elde ederek Osmanlı Devleti’ne de pek çok alanda yol gösterici olmuştur. Pek çok yapılaşmanın temelini oluşturan Selçuklu Devleti, Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu kurumların temelini oluşturmada öncü konumda yer almıştır. Adeta Osmanlı kurumlarının iskeletini Selçuklu ’da görmekteyiz. Böyle bir yol göstericilik Osmanlı Devleti’nin kısa sürede gelişmesini kolaylaştırmıştır.

Türk denizcilik tarihinin Selçuklu Devleti ile başladığı ileri sürülmektedir. Selçuklu Devleti’nin Marmara ve Ege kıyılarına ulaştığı 11.yüzyıl bu başlangıcın tarihi olarak kabul edilmektedir. Gerçi Aral Gölü yakınlarında yapılan kazılar sonucu elde edilen bulgularda Türklerin bu tarihten önce bile denizcilikle uğraştığını kanıtlar nitelikte sonuçlar ortaya çıkmıştır. Türklerin denizcilikle olan serüvenine Anadolu’ya gelmeden önce başladıkları bu bakımdan daha gerçekçi durmaktadır. Çünkü denizlerin çevresinde kurulan pek çok uç beyliklerinin güçlü donanmalar kurmaları ve Ege Denizi’ne güçlü saldırılar yapabilme kabiliyetleri de Türklerin çok önceden denizcilikle uğraştığının önemli bir kanıtı olmaktadır. Bu tecrübeye dayanarak da güçlü donanma faaliyetlerinin Türk devletleri tarafından yapıldığı dikkat çekmektedir. 

Anadolu’da kurulan bu denizci beyliklerinden ilki İzmir çevresinde kurulan Çaka Beyliği’dir. Bu beyliği adından da anlaşıldığı üzere Çaka Bey kurmuştur. İzmir’de Çaka Bey tarafından 1081 yılında döneme göre modern bir tersane kurulmuştur. Denizcilik tarihimizin bilinen ilk tersanesi de zaten bu yapıdır. Haliyle ülkemizde de deniz kuvvetlerinin kuruluş tarihi olarak bu tersanenin kuruluş tarihi bilinmektedir ve kutlanmaktadır. Çaka Bey’den sonra;

 • Aydınoğulları,

 • Karesioğulları,

 • Menteşeoğulları,

 • Saruhanoğulları da güçlü donanmalar kurmuşlardır. 

 • Karesioğulları Edincik’te önemli bir tersane kurmuştur. 

 • Ayrıca Anadolu Selçuklu Sultanı 1.Alaeddin Keykubat, Alanya ve Sinop tersanelerinde gemiler inşa ettirerek güçlü filolar kurmuştur. Bu sayede hem Akdeniz’i hem de Karadeniz’i hakimiyet altına almayı başarmıştır. Türklerin ilk organize tersane olarak kurdukları yapı da Alanya Tersanesi’dir. Alanya Tersanesi bu bakımdan dikkat çekici bir konumdadır.

Anadolu’da Selçuklu hakimiyeti zayıflamaya başladığı sıralarda Osmanoğulları tarafından İzmit Körfezi’nin güney kıyıları ele geçirildi ve Karamürsel’de ilk gemiler inşa edilmeye başlandı. Yıldırım Beyazıd döneminde Çanakkale Boğazı’nın ele geçirilmesi ile Sarıca Paşa’ya verilen talimat doğrultusunda Gelibolu’da bir tersane ve kale inşa edilmesi istenmiştir. Gelibolu Tersanesi’nin temelleri de böylelikle 1390 yılında atıldı. Bu temel aslında İstanbul’un fethi için çok önemli bir hamledir. İstanbul’un fethedilmesinden sonra da yöneticileri donanmanın gelişmesi için birçok girişimde bulunmuştur. İstanbul fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından Rumlardan kalan tersaneler hiçbir şekilde kullanılmayarak Kasımpaşa-Hasköy arasını kaplayan dev bir tersane yapılmıştır. Bu tersane, Osmanlı Devleti’nin donanma gücünü temsil eden büyük bir tersane olarak her dönem gelişmiştir. 

Haliç Tersaneleri olan bu büyük yapının kuruluşu, daha önce bahsedildiği gibi İstanbul’un fethinden sonraki tarihe denk gelmektedir. Kasımpaşa-Hasköy hattında 1455 yılında inşasına başlanan bu muazzam tersane kurulduğu ilk yıllarda sadece Kasımpaşa’da birkaç göz kızaktan meydana gelmekteydi. Küçük bir yapı şeklinde kurulmuştu. Tersane merkezinde Kaptanı Derya makamı olan Divanhane yer almaktaydı. 1.Selim döneminde yani Yavuz Sultan Selim tarafından tersanenin Hasköy’e kadar genişlemesi sağlanmıştır. Kapalı göz sayısı bu dönemde 100’ü bularak Sultan Süleyman döneminde de 200’ü aşmıştır. Tersane dönemsel olarak gelişmeye başlamıştır. Baştarda olarak adlandırılan büyük kadırgalar için zamanla üç büyük göz daha eklenmiştir. Sonraki dönemlerde bu yapıya:

 • Kalyoncu kışlaları,

 • Kaldıraç Havuzları,

 • Yelken dikimhaneleri,

 • Yeni malzeme depoları,

 • Ambarlar da eklenmiştir. Tersane-i Amire olarak da adlandırılan bu tersane zamanla dünyanın en büyük tersanesi haline gelmiştir. Dönemin en ileri teknolojisine sahip olan bu tersane, rakip tersaneler arasında dikkat çekmekteydi.

16.yüzyılda Tersane-i Amire, dünyanın en ileri gemi teknolojisinin kullanıldığı bir merkez haline gelmişti. Tersanenin teknik donanımı çok ileri bir seviyedeydi. Öyle ki 1571 yılında İnebahtı Deniz Savaşı’nda bozguna uğrayarak yok edilen Osmanlı donanmasının yerine 5 ay gibi kısa bir sürede 150’den fazla sayıda kadırga üretimi bu merkez sayesinde mümkündü. Zaten bu şekilde üretim yapılarak yok olan donanmanın yenisi elde edilmiştir. Bu tersane, üretim merkezi olmasının yanı sıra, günümüzdeki üniversiteler ayarında bir yer olarak diğer tersaneler için ihtiyaç duyulan teknik personelin yetiştirilmesi için de eğitim veren bir kurumdu. Bu özellikleri nedeniyle Tersane-i Amire, Venedik ve Cenevizlilerin de dikkatini çeken bir yapı durumundaydı. Venedik ve Cenevizliler bu tersaneden sürekli olarak bilgi çalmak istemişlerdir. Teknoloji casusluğunun önüne geçebilmek adına 1577 yılında tersane bölgesinin Sokullu Mehmet Paşa’nın emri ile duvarları yükseltilmiştir. Tersane giriş ve çıkışları da kontrollü bir şekilde yapılmaya başlanmıştır. Böylelikle teknoloji casusluğunun önüne geçilmiştir.

Gemilerin Tersane-i Amire’den çıkışı törenler eşliğinde yapılmaktaydı. Bu törenlere Tenzil Merasimi adı verilmektedir. Bu merasimlerin günü müneccimbaşı tarafından hesaplanır ve uğurlu sayılan günlerden birine denk getirilmesi sağlanırdı. Gün hesabı yapıldıktan sonra bu özel gün padişahın onayına sunulurdu. Padişah onay verdikten sonra devlet erkanı protokol sırasına göre sadrazam tarafından davet edilirdi. Merasim öncesinde Padişah ve devlet erkanı tarafından gönderilen ve avize adı verilen kumaşlarla gemiler kaplanırdı. Bu adete ise Avize Merasimi adı verilmekteydi. Padişah, geminin denize indirileceği gün sandalla tersaneye gelirdi. Padişahın sandalı tersaneye yanaştığında Zeminpusi Merasimi yapılırdı. Sonrasında da bazı farklı merasimler yapılarak gemiye bir isim verilirdi. Merasim sonrasında tersanede çalışan işçi ve ustalara hediyeler verilirdi. Geminin serüveni böylelikle tamamlanmış olurdu. 

17.yüzyılın başlarında tersanede çalışan marangozların büyük bir kısmını Venedik Girit kültürüne sahip Hanyalı Rumlar meydana getirmekteydi. 18 yüzyılda da donanma personelinin yarısı ile tersanede görev yapan ustaların neredeyse hepsi Hristiyanlardan oluşmaktaydı. Zamanla gemi üretim tekniklerinin revizyona uğraması, çeliğin, ahşap yerine ikame edilmesi Tersane kurallarını değiştirme ihtiyacını meydana getirmiştir. Osmanlı’nın sonuna kadar bu geleneksel yöntemler kullanılmıştır. İnebahtı’nda büyük bir bozguna uğrayan Osmanlı Devleti, yeniden bir donanma kurmuştu. 18.yüzyıl sonlarına doğru donanmanın gücü büyük bir oranda kaybolmuştu. 1770 yılında Ruslara karşı alınan yenilgi de bu durumu körüklemişti. Osmanlı’nın denizlerdeki hakimiyeti artık sona ermiş görünüyordu. Denizciler artık eskisi gibi yetiştirilemiyordu. Muharebe tekniklerinden habersiz denizciler yetişmekteydi. Rüşvet karşılığı denizcilik görevleri el değiştiriyordu. Gemilerin teknik donanımları bile yağlanmıyordu. Yani ciddi bir disiplinsizlik donanmada gözleniyordu. 

Donanmanın bu şekilde disiplinsiz olması, donanmada ciddi bir reformun yapılmasını gerektiriyordu. Donanmanın toparlanması acilen gereken bir durumdu. Bunu da yapabilecek olan kişi tecrübeli bir denizciydi. Bu ihtiyacın giderilmesi amacıyla Cezayirli Hasa Paşa Kaptanı Derya makamına getirilmiştir. Paşa göreve geldiği gibi Kasımpaşa, Galata, Tophane ve Beyoğlu semtlerindeki kalyoncu karakollarını disipline etmiştir. Denizcilerin yeri olarak o dönemlerde Kasımpaşa bilinmekteydi. Osmanlı Devleti seferde olmadığında donanma Kasımpaşa’da demir atardı. Denizciler burada otururlardı. Cezayirli Hasan Paşa ilk iş olarak burada Kalyoncu Kışlası’nı inşa ettirmiştir. Bu sayede donanma için dışarıdan asker gücü toplamaya ihtiyaç duyulmayacaktı. 

Cezayirli Hasan Paşa’nın yaptığı bir diğer önemli yenilik ise Mühendishane-i Bahri Hümayun’u kurmak olmuştur. İmparatorluk Deniz Harp Okulu böylelikle kurulmuştur. Bu okulda eğitim vermesi için de yurtdışından alanında uzmanlar getirtilmiştir. Modern merkezin sınıflarında karatahta ve ahşap sıralar bulunmaktaydı. Bu gelişmelere rağmen donanma 3.Selim tahta çıktığında bile istenilen seviyeye halen daha ulaşamamıştır. Donanmanın düzene koyulması işi 3.Selim tarafından Başçuhadarı Hüseyin Paşa’ya verilmiştir. Denizcilik işleri Hüseyin Paşa tarafından bir kanunname ile düzene koyulmuştur. Böylece kaptanların sınava sokulması ve deniz askerlerinin de eğitime tabi tutulması sağlanacaktı. Eğitim için Fransa ve İsviçre’den mühendisler getirtilmiştir. Tersane-i Amire’nin sınırları daha da genişletilerek tamir işleri için kuru havuzlar inşa edilmiştir. Kısmen çalışması mümkün olmayan tersaneler tamir edilmiştir. Böylece buradan 45 parça gemi üretilmiştir. Osmanlı donanması 3.Selim döneminin sonlarına doğru tekrardan Avrupa’nın en güçlü donanması haline gelmiştir. 

Sonraki dönemlerde de Osmanlı tersanesinin gelişmesi devam edecektir. Hatta 1839 yılında dünyanın en büyük savaş gemisi Mahmudiye Kalyonu Taşkızak tersanesi üzerinden denize bırakılacaktı. Sultan Abdülaziz döneminde 1870 yılında yapılan büyük inşa havuzu ile büyük tonajlı savaş gemilerinin inşa edilmesi de sağlanmıştır. Osmanlı tersanesinin faaliyetleri 2.Meşrutiyetin ilanından sonra azalmaya başlayacaktır. Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra da bu tersane Şehir Hatları İşletmesine devredilecektir. 

Günümüzde bakıldığında Kasımpaşa Hasköy arasında bulunan kıyı şeridinde 3 tersane bulunmaktadır. Bunlar:

 • Haliç Tersanesi,

 • Taşkızak Tersanesi,

 • Camialtı Tersanesi’dir. 500 yılı geçen süredir ayakta duran bu tersanelerden günümüzde yalnızca Haliç Tersanesi faaliyet göstermektedir.

Haliç Tersanesi de 2010 yılından itibaren İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından kendi bünyesinde kurulan İstanbul Şehir Hatları Turizm Sanayi ve Ticaret A.Ş. tarafından işletilmektedir. Cezayirli Hasan Paşa tarafından kalifiye denizci yetiştirilmesi için kurulan Kalyoncu Kışlası da Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’na fayda sağlamaktadır. Kalyoncu Kışlası ile Haliç Tersanelerinin Türk tarihimiz açısından önemi gerçekten büyüktür. Bu iki yapının korunması donanma tarihimiz açısından önem arz etmektedir. Osmanlı donanma tarihini günümüzde bu iki yapı temsil etmektedir. 

Projelendirme yapılarak bu iki yapının revize edilmesi gerekmektedir. Müze haline çevrilerek büyük bir denizcilik müzesi oluşturulmalıdır. Türk tarihinin denizcilik mirası olan bu yapıların müze olarak koruma altına alınması gerekmektedir. Osmanlı denizcilik tarihine ancak böyle sahip çıkılabilir. İstanbul’un en önemli yapılarından olan Haliç Tersanesi’nin korunması bu açıdan çok önemlidir. Denizcilik mirasımıza sahip çıkılmalı, bu mirasa zarar verecek yapılaşmalardan kaçınılmalıdır. Geçmişten gelen bu mirasın gelecek nesillere aktarılması bu bakımdan çok önemli olmaktadır.