Eskiden Denizcilerde Beslenme Düzeni

Eskiden Denizcilerde Beslenme Düzeni


Eskiden uzun ve zorlu yolculuklarda gemide bulunan yiyeceklerin bozulmamasını ve uzun süre dayanmasını sağlamak son derece önemliydi. Bu konu üzerinde gerekli önlemler alınmadığında rutubetli ortamda kalan yiyecekler kısa sürede çürüyor veya kurtlanıyordu. Ayrıca gemide bulunan farelerde bu yiyeceklerin baş düşmanıydı. Farelerin bu yiyeceklere dadanmasının yanı sıra yiyeceklere bu canlıların dışkısı bulaşabiliyordu. Bu da gemide salgın hastalıkların ortaya çıkmasına neden oluyordu. 

XIX. yy. denizcilerin tüketebildiği ürünler oldukça sınırlıydı. Genellikle kuru gıdalar ve tuzlanmış etler tüketilirdi. Bunun yanında nadirde olsa yağ, balık, peynir, fasulye ve benzeri gıdalarda tüketilirdi. Denizciler ekmek olarak genellikle peksimet tercih ederdi. Bunun nedeni ürünün hem daha dayanıklı oluşu hem de besin değerinin daha yüksek olmasıdır. 

Denizciler için zorlu çalışma koşullarında sert ve besin değeri yüksek ürünler her zaman öncelikli tercih edilen gıdalardı. Dönem koşullarında genel olarak sert ve kuru gıdalar çok fazla tercih edilirdi. Örneğin mısırlı denizciler yassı biçiminde olan darı ekmeğini yanlarında taşırlardı. Ünlü İngiltere kralı Richard ise III. Harçlı seferleri için yanına çavdar, arpa ve fasulyeden yapılan bir çeşit çörek almıştır. 

Eski dönemde gemilerde en fazla tercih edilen ürün olan peksimetler özel olarak iki kez fırınlanırdı. Daha uzun yolculuklarda kullanılmak istenen ürünler ise dört kez fırınlanırdı. Bu peksimetler genellikle fasulye, arpa, buğday, mısır ve nohut gibi ürünler ile yapılırdı. Yalnızca kaptanlar için özel sade undan peksimet yapılırdı. Bunun yanında peksimetler yolculuktan 6 ay önce yapılırdı. 

Zorlu koşullara dayanabilmesi için özel olarak hazırlanan bu peksimetlerin tek olumsuz tarafı aşırı sert olması ve bazen yiyen kişilerin dişini kırmasıydı. Denizciler bu peksimetleri yiyebilmek için mecburen onu kahve veya salamura suyu gibi ürünler ile yumuşatırdı. Ufalanmış olan peksimetler genellikle balık çorbasında kullanılırdı. 

Çok sert olan peksimetler genellikle denizde nemden kaynaklı olarak zamanla yumuşardı. Bu durum yaşanırken de maalesef ürünler kurtlanırdı. Gerçi o dönemin koşullarında yetersiz beslenen denizciler için bu kurtların bile önemli bir yeri vardı. Böcekleri bu peksimetlerden uzaklaştırmak için genellikle ürünlerin üzerine bir balık konur ve sonrasında da bu balık denize atılırdı. 

Önemli besin ürünleri arasında yer alan et ve balıklar için özel yöntemler kullanılırdı. Bu ürünlerin uzun süre dayanabilmesi için tuzlama, kurutma, isleme veya salamura etme gibi yöntemler tercih edilirdi. Deniz koşullarında bozulmaması içinde genellikle ahşap fıçılar veya kasalar kullanılırdı. Et olarak birçok çeşit tercih edilirdi. Domuz, sığır ve hatta at eti dahi dönemin koşullarında tercih edilirdi. Bazen yeme ihtiyacının giderilmesi için gemilerde canlı hayvan taşındığı da olurdu. Bu hayvanlar ihtiyaç anında kesilir ve tüketilirdi. 

Dönem koşullarında dengeli beslenme sorunu sıklıkla yaşanır ve mürettebatta yer alan denizciler hayatını kaybederdi. 1588 yılında Kraliyet Donanması için günlük verilen yemek 1 pound peksimet ve 1 galon biraydı. Bunlar bir insan için oldukça yetersiz besinlerdi ve bu besinlerin yetersizliğinden dolayı denizcilerde sıklıkla iskorbüt hastalığına neden olurdu. Bunun yanında birçok ölümcül hastalıkta beraberinde yaşanırdı. Uzun yolculuklarda mürettebatın neredeyse yarısı C vitamini eksikliğinden hayatını kaybederdi. 

Yolculuk öncesinde gemilere taze sebze ve meyvede alınırdı ancak bunları yolculuğun başında hemen tüketirlerdi. Bazen yolculuk esnasında karaya inme şansları olunca yeniden taze sebze ve meyve alırlardı ancak bu çok nadiren gerçekleşirdi. 

Sebzeleri de uzun süre koruyabilmek için denizciler kurutma yöntemini tercih ederdi. Özellikle uzun seferlerde denizcilere besin takviyesi olması açısından belli oranda kurutulmuş sebzeler verilirdi. Uzun deniz yolculuklarında en dayanıklı besinlerden biri kuru bakliyatlardı. Uzakdoğu'da ise denizciler için en uygun bakliyat pirinç olmaktaydı. Pirincin son derece dayanıklı olması ve bölgede bol bulunması denizcilerin bu besini fazlaca tüketilmesini sağlıyordu. Ancak bu besini fazla tüketen denizcilerde de B1 vitamini eksikliği ortaya çıkıyor ve denizciler arasında beri-beri ismi verilen bir hastalık ortaya çıkıyordu.

Denizcilerin sebzeleri korumak için tercih ettiği bir başka yöntem turşu halinde saklamaktı. Özellikle Alman denizcilerin bu yöntemi Türklerden öğrendiği bilinmekteydi. Bol turşu tüketen denizciler o dönem oldukça yaygın olan iskorbüte hastalığına yakalanmaktan kurtuluyordu. Lahana turşusunun özellikle bu hastalığa karşı koruyucu etki sağladığını ilk olarak Kaptan Cook fark etmişti. Zamanla lahana turşusunun yerine aynı koruyucu etki sağlayan limon almıştı.

Yolculuklarda denizcilerin kalsiyum ihtiyaçlarını karşılamak üzere bazen tereyağı ve peynir de verilen ürünler arasındaydı. Tabii gemilerde rütbe farkından dolayı sayfalara subaylardan çok daha az bu tarz ürünler verilirdi. Peynirleri korumak için balmumu ile mühürleme işlemi yapılır ve uygun oda sıcaklığında muhafaza edilirdi. Tereyağı için ne yazık ki aynı yöntem uygulanamadığından bu ürün kısa sürede bozulmaya başlardı.

Denizcilerin hayatta kalmak için yediği en ilginç şeylerden biri kuşkusuz barut olmaktaydı. İhtiyacının karşılanması için zaman zaman peynir gibi ürünlerin üzerine serpilerek tüketilirdi. İngilizler 19.yüzyılın başlarında barutu tuz yerine kullanmaktaydı.

Uzun süren deniz yolculuklarında bir diğer önemli sorun içme sularının saklanmasıydı. Zorlu şartlarda fıçılarda muhafaza edilen bu sular genellikle birkaç hafta sonra bozulur ve içilmeyecek hale gelirdi. Ancak buna rağmen mürettebatın bu suyu içmekten başka çaresi yoktu. Çoğu zaman bu sudan kaynaklı olarak denizciler tifo, dizanteri ve kolera gibi hastalıklara yakalanırdı. Bu sebeple karaya ayak basan denizciler için en önemli şey temiz su bulmaktı. Gemilerde alkollü içecekler suya nazaran çok daha dayanıklı ve uzun süre bozulmadan kalabiliyordu. Bu sebeple gemilerde içki stoku tükenene kadar mürettebata belli bir oranda alkol veriliyordu. Bozulan suların içilebilir hale gelmesi için zaman zaman içerisine Rom alkolü katılabiliyordu.

Dönen koşullarında boylam dereceleri kesin olarak hesaplanamadığından dolayı yolculukların ne kadar süreceği kestirilemiyordu. Genellikle bu sebepten dolayı yolculuklar beklenenden çok daha uzun sürüyor ve planlandığı şekilde gemide bulunan yiyecek ve içecekler mürettebat için yeterli olmuyordu. Ancak bunu önceden öngörmek oldukça zor olduğundan dolayı herhangi bir önlem alınması da mümkün değildi.

Konserve gıdalar üretilmeye başlanıncaya kadar ne yazık ki denizcilerin en önemli gıdası salamura etler ve peksimet gibi ürünlerdi. 1814 yılında üretilmeye başlanan ilk konserve etler piyasaya sunulmuştu. Bu konserveler kalay kutularda üretildiklerinden dolayı uzun yolculuklarda son derece dayanıklı ve birçok yönden denizcilerin günlük besin ihtiyacını karşılayabilecek niteliklere sahipti. Bu sebepten dolayı denizciler için kısa sürede vazgeçilmez besin haline geldi. Konserveler ile ilgili tek olumsuz durum kapaklarının kurşun ile lehimlenmesi sonucu denizcilerde bu kurşundan kaynaklı ölümcül zehirlenmelerin meydana gelmesiydi.

19. Yüzyılda gemilerde bir diğer saklama yöntemi soğutarak muhafaza etmekti. Bunun için özel maddeler kullanılarak erimesi yavaşlatılan buz kalıpları kullanılırdı. Bu buzların içerisinde muhafaza edilen yiyecekler oldukça etkili bir koruma yöntemiydi. Sıradan gemiler için bu yöntem son derece pahalı ve pratik olmayan bir yöntemdi. Bu sebeple onlar bu yöntemden yeterli verimi alamamıştı. 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde nihayet geliştirilen buzdolapları ve soğuk hava sistemleri gemilerde ürünlerin bozulmaması için kullanılmaya başlamıştı. Bu ürünler sayesinde gemilerde yiyecekler ve içecekler uzun süre bozulmadan muhafaza edilebilmişti.